18 Eylül 2014 Perşembe

Aşk-ı Mert

İlkokulda başlıyor aşk.
Sınıfın en çalışkanı mı, en yakışıklısı mı, en sessizi mi ilgini çeker hiç belli olmaz. Yanında oturmayı aşk sayarsın.

Lise gelir.
Öyle çok aşıksındır ki, Leyla’yı anlar bulursun kendini.

Üniversite geldiğinde, bir bakmışsın, aşk başka duyguları da beraberinde getirmiş. Anlarsın geçmişte kalan her şeyin çocukluğa dair olduğunu.

Ya orada buluverirsin can yoldaşını, ya gerçek hayatla tanıştığında.

Sonra bir gün yaşamının sonuna kadar beraber olmayı hayal ettiğin adamdan bir çocuğun olacağını öğrenirsin.
Ne çok karışır yüreğin.
Merak, telaş, mutluluk, bilinmezlik, gerginlik.
Bitmez o 9 ay 10 gün.
Sayılı gün çabuk geçer ya, geçmez aslında.
Günleri haftaları sayarsın, bir gün bir ömür gelir sana.
Sonra bir gün sen gözünü açamazken, yine gözünü açamayan küçücük bir şey verirler kucağına.
Kendini bildin bileli hiç duymadığın bir koku gelir burnuna.
Cennetin bir kokusu var mıdır bilemezsin, ama varsa böyle bir şey olmalı dersin içten içe.
Sonra yüreğinde, beyninde ve bedeninde bir yer açılır.
Sadece bu küçücük şeye ayrılmış bir yer.
Ne aşklar, ne duygular yaşadım ama dersin…
Ama bu duygu, yaşadıklarımın hiçbirine benzemiyor.

Bugün bu duyguları ikinci kez yaşayışımın ikinci yılı.
Mert’imin doğum günü.

Hamileyken, acaba Can kadar sevebilir miyim dediğim, geldiğinde yüreğimi iki kat çoğaltan, anneliğin dünyadaki tüm duyguların üstünde olduğunu bana ikinci kez hatırlatan oğlumun doğum günü.

Mutluyum.
Hem de çok…