Hiç sevmiyorum şu “bizim zamanımızda” diye başlayan çocuklara
nasihat cümlelerini.
Sıkıcı buluyorum ve çok da gereksiz görüyorum. Kime ne ayol
senin zamanından. Herkesin zamanı kendine.
Amaaaaa….
Annee oynayalım mı diye başlayan bir cümle daha duyarsam, sabah
trafiğinde köprüye çıkıp BİZİM ZAMANIMIZDAAAAA diye avazım çıktığı kadar
bağırabilirim.
BİZİM ZAMANIMIZDA, anneleri ev işi yaparken ya da komşularla
kek-börek yerken kendi kendine oynayan çocuklara ne yaptınız, diye çığlık
atabilirim.
Hayır çocuğum, oynamayalım!
Oy-na-ma-ya-lım!
Çünkü ben 42 yaşındayım. Oyun oynamak istemiyorum.
Madem zamanım boş, niye oyun oynuyorum ben yahu?
Kendime bi kahve yapıp, oturur, iki satır kitap okurum.
Müzik dinler ya da sevdiğim bir filmi izlerim.
Manikür yaptırır, dedikodu yapar, fal baktırırım.
Ay hiç yapacak bir şey bulamazsam, iki seksen yatarım.
Yani senin anlayacağın çocuğum;
Gezmeye, tozmaya, yeni yerler ya da yeni şeyler keşfetmeye
tamam da…
Ben futbol, basketbol, silahçılık oynamak ya da boks falan yapmak
istemiyorum.
Hele hele güreşme konusu, evlerden ırak.
Ata sporu konusunu çok yanlış anlamışsın sen tatlım,
Olsa olsa babanın atasıdır o.
Ne olduysa, şu “kaliteli zaman geçirme” cümlesinden sonra
oldu biliyorum.
Çocukların genetik kodlarıyla oynadılar. Bizim de devreleri
yaktılar.
Ortaya öyle bir nesil çıktı ki, “biz bildiğin gerizekalıymışız”
dedirtiyor insana.
Her yeni şeyi ilk bir dakika içinde keşfedip, sonra sıkılıveriyorlar.
Sonra da bize sarıyorlar.
TV izletmeyin, yaratıcı oyunlar oynatın, hadi çizin, hadi
boyayın, şu bit kadar lego parçalarını hadi birleştirin diye diye ömrümüzü tükettiler.
(Robot diye başlayıp, mandal tadında bitirdiğim eserlerimi anlatmayayım
bile hiç.)
Çocukluktan yaşlılığa geçiş yapamadığımız bir ara zamana
sıkıştırıp, bıraktılar bizi iyi mi?
Hayır bi de beklentinin yüksekliğine bak.
Boş zamanlarınızda ne yaparsınız sorusuna 10 çocuktan 10’unun
da aynı cevabı verdiği bir nesiliz biz.
Sıradanız sıradan.
Evet çalışkandık, evet mahalle mektebinde okuyup iyi üniversiteler
kazandık, çoğumuz okurken çalışacak sorumluluktaydık ama sıradandık işte.
Tek lüksümüz sokakta kafa-göz oynadığımız oyunlar, ha bi de karşılıksız
üst mahalleyle değiştiğimiz güzel kitaplardı.
Güzel dediysem, Zagor, Kızılmaske falan…
Büyüdükçe öğrendik güzel kitap neydi.
Ama Çiko’yu da hiç unutmadık tabii.
Sıradan ve sakince, kendimize yete yete yaşadık.
Yaşadık da bitti çocuğum bitti.
Unumu eledim eleğimi astım ben.
Çocuk oldum, ergen oldum, yetişkin oldum ve hatta yaşlanıyorum.
Haliyle de…
Oyun oynamak istemiyorum.
Bilmem anlatabildim mi?