12 Haziran 2019 Çarşamba

Sizin karneniz nasıl?


Yine bir karne zamanı geldi.
Karne; okul yönetimince öğrencilere dönem sonlarında verilen ve öğrencinin her dersten aldığı notlarla okula devam durumunu vb. gösteren belge demek.
Yani bir çocuğun matematik, türkçe, tarih, kimya, fizik ve çeşitli sanat ve spor faaliyetleriyle arası nasıl, 100 üzerinden değerlendirip, söylüyorlar bize. Keşke; bu çocuk bu coğrafyada tek başına yaşamadığının farkında mı, dünyanın onun etrafında dönmediğini biliyor mu, sevginin, merhametin ve iyi bir kalbin paha biçilmez olduğunu anlamış mıdır, onu da söylese. Söylese de, o notlara bakıp, biz anne babalar kendi karnelerimizle yüzleşsek.

Mesela çocuklarımız;
Sevginin insan olmanın ilk şartı olduğunu biliyor mu?
Kendince, sevmek zorunda olmadığını düşündüğü tüm canlı türlerine, zarar vermeye hakkı olmadığının farkında mı?
Yarışı kazanmak üzereyken, düşen arkadaşına el uzatmayı tercih eden Tavşan Tali’nin bu davranışının yarışı kazanmaktan daha önemli olduğunu anlamış mı?
Hatalıysa özür diliyor mu?
Yalan söylüyor mu?
Daha kötüsü, yanlışı, kötüyü saklıyor mu?
Haksızlığa uğradıysa mücadele ediyor mu?
Haksızlığa uğrayan arkadaşının yanında duruyor mu?
Sahip olduklarının veya olmadıklarının farkında mı?
Kıyaslamak yerine paylaşıyor mu?

Büyük büyük sorular değil mi?
Bu sorulara 1.sınıftaki çocuk da kendi örnekleriyle cevap verebilir, 18 yaşındaki çocuk da. Çoğu da iyi örnekleri seçer. Çünkü adı üstünde çocuk onlar.
Ama zaten konu onların cevapları değil, biz anne-babaların cevapları.
Bu karne bizim çünkü.
Ben kendi cevaplarımı verdim.
Takdir alamadım.
Bazı sorularda kanaat notu bile lazım, ama kalıp yaz okuluna gitmeyi tercih ediyorum.
Çünkü, çocuğunu koşulsuz sevmek ayrıdır, ağaç yaşken eğilir misali, hatalarını düzelterek onu daha iyi ve güzel bir insan olarak yetiştirmeye çalışmak ayrı.
Matematik, fizik, kimya, onların işi, sevgi, saygı, hoşgörü, farkındalık bizim.
O yüzden önce sevgili kendim, sonra sevgili eşim, sonra nacizane bu yazıyı okuyan anne babalar; demem o ki, son dönemin şişirme karnelerine özenmeyip, kendi karnemizi Mahmut Hoca misali acımasızca hazırlarsak, gelecek nesilleri, şımarık, bencil ve sevgisiz yaşamayı tercih eden bir nesil olmaktan uzak tutabiliriz.

Yani bence.
Yani zannımca.
Yani umarım.

Güzel bir yaz tatili dilerim.

Not: Tüm bu yazdıklarımdan dersleri önemsemediğim anlaşılmasın. Tam tersi dersleri oldukça önemsiyorum ama karneleri önemsemiyorum. Onların ne öğrendiği ve öğrenemediği beni ilgilendiriyor daha çok.

7 Şubat 2019 Perşembe

Kimse kendini oksijen sanmasın.


Kendimi bildim bileli, ne istediğimi bilen biri oldum ben.
İlkokulda sabahçı olmak istedim, lisede üniversiteyi kazanmak, üniversitede iletişimci olmak, mezun olunca yurtdışında dil eğitimi almak, dönüp eğlenceli organizasyonlar yapmak, bol bol yazı yazmak, evlenmek, çok çok çocuk doğurmak, emekli olunca kitap yazmak vs.. vs..
Bu liste böyle uzaaar gider.

Ne istediğimi bilmiş, ne istiyorsam yapmışım.
Yapmışım yapmasına da, çok önemli bir şeyi atlamışım.

Durmayı...
Nefes almayı...
Kendime bakmayı...

Bedenimin de ruhumun da dinlenmeye ihtiyacı olduğunu hiç anlamamışım.
Çünkü bu uzun ve “çok bilmişlik ukalalığında planlanmış” yolculukta, kim bana eşlik ediyorsa, onlar için kendimi oksijen sanmışım.
Ailem bensiz olmaz, arkadaşlarım bensiz olmaz, kocam bensiz olmaz, çocuklarım bensiz olmaz diye yaşamışım hep.
Bildiğin, bensiz yapamazlar, beceremezler, yaşayamazlar mealindeki “kendini bir b.. sanma sendromu” bu aslında.

44 yaşındayım bugün.
Keşke “biraz dursaydın be kızım” dediğim bir yaş bu.
Güneş doğmadan başlayan günlerim, şehrin ışıklarının söndüğü saatlere dek aralıksız bir koşuşturma içinde sürüyor yıllardır.
İş kadını, ev kadını, anne, eş ve evlat olmak gibi bir sürü kimliği bir arada barındırmaya çalışarak sürüyor üstelik.

Ama aslında sürmüyor.
Günler hızla akıp giderken, sen sürdüğünü sanıyorsun.
Her şeye yetişeyim derken, hiç bir şeye yetişemiyorsun.
En kötüsü de kendine geç kalıyorsun.

O yüzden sevgili 44 yaşındaki kendim;

İlk iş; şu internetteki meşhur “herkes herkessiz yaşar, kimse kendini oksijen sanmasın” cümlesini al, odanın duvarına as güzelce.
Sonra da kendine, “yalnız” zamanlar ayır.
Okuyamadığın kitaplarını indir raftan, diz yanıbaşına.
Kahvenin mis kokusuyla aç birer birer kapaklarını.
Yüreğine değen cümleleri çiz eskiden olduğu gibi renkli kalemlerle...
Sonra da yaz not defterine üşenmeden...
Çık sokağa sonra...
Tıpkı eski günlerdeki gibi.
Arabayı alma.
Tak kulaklığını yürü eve en yakın sinemaya.
Eskiden olduğu gibi al bir alaska frigo otur tek başına...
Kocaman bir gülümsemeyle hatırla Kübra’yı,
Sonra filmini izle keyifle...

Düşünme evde yemek yokmuş, çocukların dersleri varmış, ev dağınıkmış, kimler aranacakmış...
Bırak evde yemek olmasın, bırak o gün çocuklar derslerini kendi yapsın, bırak her şey biraz yarım kalsın.
Bırak çocukların, kendine zaman ayırmanın, bencillik değil hak olduğunu, seninle yaşayarak anlasın.
Bırak ki...
Büyüdüklerinde onlar da kendini oksijen sanmasın.

Kendime Mektuplar-07/02/2019