16 Kasım 2011 Çarşamba

Hüzün...

Dün çok güzel bir yazı geldi maille. Uzun ve yazarı maalesef bilinmeyen bir yazı. “Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesidir hüzün!” diyor yazar... Dökecek bir “iç”imin olmasından mıdır, yoksa bu kez içimi dolduran şeyin, yıllardır içimi döktüğüm kişi olmasından mıdır bilmiyorum, bir hüzün var içimde… İlk aşkımı, sevdiğim müziği, ışık açıkken uyuyabildiğimi, yazmayı sevdiğimi, hayallerimi, hayal kırıklıklarımı, öfkelerimi, kıskançlıklarımı, zayıflıklarımı, saçlarıma olan takıntımı, dağınıklığımı, kısacası “ben”i ben yapan tüm birikmişliklerimi bilen tek kişi, geçen hafta el ele, kol kola, yürek yüreğe gitti bir başkasıyla… Kız kardeşim evlendi. Neredeyse benim yaşımdaki tüm bekarların artık yalnız yaşamayı tercih ettiği bir çağda, yan yana yataklarda, aynı odada uyurduk biz. Hep konuşarak… Hep paylaşarak… Gidişinin üzerine hiç konuşmadım, hiç yazamadım. Hatta düşünmedim bile. Ama dün fark ettim ki; o gittiğinden beri hissettiğim hüzün, aslında “içimi dökmekten vazgeçtiğim” içinmiş. Dün gece tam da bunları düşünürken bir mesaj geldi “uyudun mu” diye. İşte o zaman anladım ki; önemli olan yan yana olmak değil, yürek yüreğe olmakmış. Şimdi yazıyorum ve yazdıkça fark ediyorum ki, O hayatımın her anında hep benim yanımda olup, yenilerimi biriktirecek. Ben de, dünyanın kalan son harika erkeğiyle evlenen kardeşimin yenilerini… Ve şimdi biliyorum ki, O hayatımda olduğu sürece ben içimi dökmekten asla vazgeçmeyeceğim… Özlem Canik, 14 Aralık 2005

Hiç yorum yok: